Tam olarak neyi beklediğimizi bilen var mıdır?
Aslında bunu hem hayattan neyi beklediğimize; hem de harekete geçmek için neyi beklediğimize yorabiliriz.
Önce harekete geçmek adına neyi beklediğimizle başlasak belki daha uygun bir akış yaratmış oluruz. Tamam o halde. Ben başlayayım.
İşe son 2 senedir metro ile gidiyorum. Daha önce Maslak olan son durak, artık Osmanbey. Sabah 9’a doğru her trenden inip yürüyen merdivene yöneldiğimde şu soruyu soruyorum kendime: Allahım bu kadar insan bu şehirde ne yapıyoruz? Soruyu kaçınılmaz kılan yürüyen merdivene aynı anda 500 kadar kişinin binmeye çalışırken oluşturduğu ve bizzat içinde bulunduğum görüntü. Herkesin tercihine saygı duyalım peki ama bu seferde şu soru geliyor: “Ben bu şehirde ne yapıyorum?”
Açıkça söylemek gerekirse, gerek devlet eliyle gerekse daha küçük organizasyonlarca ya da bireysel olarak sürekli maruz kaldığımız tehditlere karşı tetikte olmak istemiyorum, sevdiklerim için endişelenmek istemiyorum. Bununla birlikte devletin makul olmayan profilinden çıkmak adına sinmek, haksızlıklara eyvallah demek yani kesilene kadar güven içerisinde olan bir koyun olmak hiç istemiyorum. Hele sırf şehrin bize dayattığı güvenlik takıntısının kurbanı olup kapısında güvenlik olan, şehirden koca duvarlarla ayrılan adına site denilen bir kutuda yaşamak ise hiç istemiyorum. Birileri kendilerini evinde güvende hissetsin diye dışarısının daha güvensiz hale getirilmesini kabullenemiyorum. Bu yüzden şehrin içinde ya da dışında, alış verişlerini bile güvenliklerin ardında yapan şehirlilere de kızgınım, zira onların tercihleri bizim hayatımızı doğrudan etkiliyor.
Sanırım biz devlet okullarındaki orta sınıfın son temsilcileriydik nesil olarak. Okullarımız bile ayrıldı. Şimdi çevrenizden kaç kişi çocuğunu devlet okuluna gönderiyor söyleyin? Levent’teki okullar Çeliktepe’ye, Bebek’teki okullar sadece mahallenin hizmet eden zümresine hitap ediyorsa kaybeden biz değilsek kim?
Orta sınıfın kafası rahat olsa sözüm yok ama kıçını yırtarak evine giren 10-15 bin TL’nin 3-4 bin TL’sini tek bir çocuğun eğitimine, 2-3 bin TL’yi kiraya verdikten sonra kazandığın binlerin kime hayrı var? Zaten dışarı çıkıp yediğin boktan bir yemeğe kişi başı 50 TL bırakıyorsun. Zaten içki de içiyorsan vay haline!! Her çıktığın gece için karı koca en az 300 TL gözden çıkarmak zorundasın. Tüm bu soygundan kaçırabilirsen ayda 2 bin TL biriktir. 10 yıl sonra 250 bin TL gibi bir paran olacak. Peki Beşiktaş’taki en boktan evi 350 bin TL’ye aldığımız varsayalım, 100 bin TL mortgage 10 yıl boyunca ayda sadece 1.500 TL ödenecek!! Yani 20 yılın sonunda elinde vasat bir evden ötesi yok. Bir de çocuğuna; 20 sene çalışıp vasat bir ev almaya yetecek bir maaş sağlayan iş için yeterli donanımı sağlamış olduk. Ne güzel ama.
Ya da çok daha iyi bir senaryo çizelim. Karı koca evimize 50 bin TL girsin. Aynı mantıkla ayda 20 bin TL biriktirdiğimizi var sayalım. 10 yılda 2,5 milyon TL ediyor. Bu sefer 45 yaşına geldiğimizde Etiler’den 1,5 milyon TL’ye bir daire ve Bodrum’da 1 milyon TL’ye bir yazlık alabiliriz. Ya da Etiler’de güzel bir siteden güzel bir tane daire. Karar bizim; bozdurup bozdurup harcayalım!!
Bir bakıcı ile büyüyecek çocuklar, kaçırdığın hayatın… Bunların bedeli nedir?
Kimse kusura bakmasın statüleriyle, pahalı zevkleri ya da yılın 15-20 güne sıkıştırdıkları hobileriyle kaçırdıkları hayatı yakalamaya çalışanlar, daha doğrusu kendini öyle kandıranlar dışarıdan zavallı görünüyorlar. Bir de süpermenlerimiz var tabii, onlara diyecek lafımız yok!! Onlar hem hobilerinde, hem özel hayatlarında, hem de iş hayatlarında süperlerdir ne de olsa…
Sözün özü biz neyin peşinde koşuyoruz? Yaşadığımız hayatta en iyi ihtimaller gerçekleşse mutlu olacağımıza inanıyor muyuz?
Aslında durup dinlesek hayatımız bizi çağırıyor! Kırsaldan, denizden, uzak diyarlardan, mutfaktan, atölyeden, dağdan… Belki bizi kötü ihtimaller bekliyor gideceğimiz yolda ama bir şey yapmadığımız sürece bizi bekleyen en iyi ihtimal nedir?
Ben geleceği düşünmekten, plan yapmaktan sıkıldım artık. Yolun kendisinden zevk almadığımız sürece hayatta mutlu olmak mümkün değil, yine de zincirlerle bağlıyken herhangi bir yolun zevk vermesi de pek mümkün görünmüyor. Allayıp pulladıkları yol güvenli olabilir, ama bize bir şey vaat etmiyor. Hayattan ne beklediğimizi sormanın tam vaktidir şu an.
Belki düşeriz ama keçilerin patikasına girmenin vakti geldi de geçiyor…